19 Mart 2013 Salı

rekabet işbirliğidir



Rekabet işbirliğidir
(Peryön Nisan 2013 sayısı için)
Derginizin bu sayısı için yazımı hazırlarken, ‘rekabet’ ve ‘işbirliği’ hakkındaki psikoloji, biyoloji ve organizasyonel davranış alanlarından bir ön okuma yapmıştım. Şansa bakın, Boğaziçi Üniversitesi mezunlarının derneği BÜMED’in dergisine görüş belirtmemi isteyen genç mezunların soruları da ‘rekabet’ hakkındaydı. Öyle güzel ve içten sorular hazırlamışlardı ki, video kaydını youtube’da bulabileceğiniz bu röportajdan türettiğim bu ayki yazımda düşündüren sorularına yer vermeden edemedim.
Biz rekabeti kavramsal olarak da, gündelik hayatımızda da kullanırken, sanki son zamanlarda bunu daha olumlu bir kavram olarak, normalleştirdiğimiz bir süreç olarak ele alıyoruz. Fakat, daha önceleri rekabet olumsuz bir olgu gibi görülürdü, örneğin çalışma arkadaşınızla rekabet halinde olmanız sizin olumsuz bir özelliğinizmiş gibi atfedilirken şu anda çok daha normal görünüyor bu durum. Bu değişimi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hem eğitim, hem iş hayatı içerisinde, insanların varlıklarını sürdürmesi için gereken kaynakların azalmasıyla beraber, hayatta kalabilmeye dönük dürtülerimiz aktifleşiyor. Rekabet denilince ilk aklımıza gelenin başka birilerinin sırtına, omzuna basarak yükselmeye benzer bir durum olması biraz bundan. Oysa, spordan örnek alırsak, rekabetin, yarışmacılığın ilkeleri arasında belden aşağıya vurmamak, yerdekine vurmamak ya da boş kaleye gol atmamak gibi ilkeler var.  Kıyasıya, öldüresiye, yok edesiye olan bir rekabetten bahsediyorsak, bunun insanlardaki zaman içerisinde bir değişimden ziyade, insanların önemli bir bölümünü bu rekabete girmek zorunda hissettiren, insanı bu yönde iteleyen bir sosyal düzenden de söz etmeliyiz. Diğer yandan, ‘düzen’ ya da ‘sistem’ eleştirisi yapmadan önce şu soruyu sorabiliriz: Bu rekabete girmek zorunda mıyız? Kendimize başka bir yol bulmak, bize önerilen kaynaklar ve erişim yolları dışında dünyada var olmanın yollarını aramak çok mu zor? Çoğumuz bu soruyu kendimize sormadığımızdan, mevcut itiş kakış içerisinde, kınadığı yöntemlerle kendisine bir yer açmaya çalışıyor. Hem hemen istiyoruz, hem de hepsini istiyoruz. Hemen ve hepsini elde etmek için ise, pek centilmence olmayan, kuralların sıkça bozulduğu, güçlünün  haklı sayıldığı bir ‘rekabet’ ortamına düşüyoruz.
BÜMED’den gelen genç bu teorik analizi duyunca diyor ki: ‘Rekabetin hiç olmadığı bir meslek gurubu ya da bir yaşam biçimi mümkün müdür?’
Var mı yok mu, olabilir mi, bilemem; ama öyle bir yaşam biçimini aramak mümkün. İlk iş, rekabet sistemine girmeksizin yaşamanın yollarını arayabilirsiniz. Ancak, daha çok para kazanmak, daha ünlü olmak, daha ön planda olmak, ve bütün bunların hepsini ve her şeyi kendimiz yapmak arzumuz bu arayışı  engelleyebilir.
Rekabeti ortadan kaldırmayan, daha doğrusu reddetmeyen bir alternatif kavram iş birliği olabilir. (Odada video çekimi ve ses kaydı yapan BÜMED ekibini işaret ederek) bu röportajı yapmak, görüntüleri çekmek, sesleri kaydetmek üzere buraya gelmiş dört kişinin arasında ne gibi bir rekabet olabilir? Bir ortak amacınız var, ve bu amacınızı gerçekleştirmek için kendi içinizde rekabetsiz bir iş birliği yapıyorsunuz. Aslında rekabetin içerisine iş birliği kavramını eklediğiniz ölçüde, birbirini baltalama, birbirine karşı belden aşağı vurma ihtimalini aşağı çekiyor, yerine işi daha iyi yapma arzusunu koyuyorsunuz. Hayattaki asgari ortak amacı, sadece kendimizin ya da bizim türümüzün değil, doğada olan bütün canlı ve cansızların varlığını sürdürmesi olarak görürsek, başkasını yok etmenin sizin de yok oluşunuzu getirebileceğini görebilirsiniz. Ama bu ciddi bir zihinsel dönüşüm gerektiren, çoğumuza gerçekten uzak, naif veya romantik gelecek bir bakış açısı. Günümüzdeki, çok küçük yaşta başlayan, eğitim sisteminin eşit başlanmayan yarışlara endekslediği rekabet kavramı, elemeyi öne çıkararak tarzı, varlığımızın ancak başkalarını ortadan kaldırarak mümkün olacağını bize aşılıyor. Yanlış anlamayın, yarışmakta bence hiç bir sakınca yok. Koşu yapıyorsak birimiz ipi en önde göğüsler, ya da maç yapıyorsak takımlardan bir tanesi kazanır. Bütün iş, bu rekabetten üstte çıkmanın, kazanmanın hayattaki tek şansımız olduğuna inandırılmamızda, kaybetmenin hiç bir zaman telafi edilemeyecez olduğunu düşünmemizde. İşte o zaman, rekabet gladyatörlerin rekabeti gibi oluyor; eninde sonunda hiç bir gladyatörün hayatta kalmadığı bir ‘rekabet’. Ta ki, gladyatör olmaktan vazgeçip Spartaküs olana kadar sürecek bir rekabet.