23 Eylül 2010 Perşembe

hediye çizgileri devam



bu ve bir önceki posttaki "hediye" çizgilerini ekonomiye psikoloji gözüyle bakmayı denemeye başladığım zamanda çizmiştim.
ekonomi ve psikoloji deyince sadece finans dünyasını ya da yönetim kurullarının gündemini değil, en basit bir "transaction"ın bir hediye seçmenin ya da bir evlilik teklifine evet ya da hayır demenin yarattığı ruh halini kastetmekteyim.
bu noktada 4Z başlıklı notumda özetlediğim davranışa yön veren ilkelerin, (hayatımızı ne yapacağımıza ilişkin) ekonomik kararları nasıl etkilediğini irdeleyerek bu bloga yaklaşacağım.

hediye almak vermek

16 Eylül 2010 Perşembe

aile kalınabilir mi ?

Haftabaşında Yaprak Özer'in televizyon programına konuk oldum. Konu aile şirketleriydi. Aile olarak kalabilmek ile şirket olmak arasındaki uyumu sağlayabilmek için neler yapılabilir? Anne ve babanın çocuklarını, çocukların anne-babaları tanımaları ile başlanabilir. Evlatlar, kardeşler, kuşaklar... Yerinde sorularla kenarından köşesinden irdelediğimiz konular bitmedi tabii ki. Konuşmanın görüntülerini ve yazıya dökülmüş halini ekteki linkte görebilirsiniz.

http://yaprakozer.com/2010/09/16/aile-kalmak-sirket-olmak/


aynı konudaki konuşmalarımdan derlenmiş bir kitapçığın PDF kopyasını aşağıdaki linkten edinebilirsiniz.
http://www.tkyd.org/files/downloads/yanki_yazgan_kitap.pdf

12 Eylül 2010 Pazar

Ah, Motivasyon !

(“yazıişleri yayıncılık” tarafından yayımlanan bir bankanın kurumiçi yayınında kullanılmak üzere yapılmış bir söyleşi)

Motivasyonun tanımını yapar mısınız?
Bulunduğunuz yer ile bulunmak istediğiniz yer arasındaki yolu aşmanızı sağlayan güç kaynağı desek mi? Harekete geçirici, bir yöne doğru kımıldamamızı sağlayıcı psikolojik vektör. İnsan beyninde, bu vektörün bir karşılığını ararsak, rahatlama, heyecan ve keyif duygusu yaratan bölümleri (accumbens gibi) aktifleştiren her uyaran, bu vektörün çıkış noktası sayılabilir.

Motivasyon her beyin için aynı mı? Her birimizin kendini rahat hissettiği, keyif aldığı durumların müthiş bir farklılık göstermesi şaşırtmasın; bazen hareket etmemek (içinde olduğu durumu sürdürmek, “rahatını bozmamak”), bazen de nereye gittiğini bilmeksizin hareket etmek (yeter ki içinde olduğumuz durum değişsin demek, “rahat batması”) bu “motivasyon” vektörünü yaratır.

İnsanları neler motive eder?
Bir banka dergisi için konuştuğumuza göre bu geniş konuyu daraltayım. Para ne kadar motive edicidir? Yuvarlak bir cevap vereyim. Kişiden kişiye değişir. Çoğunluk için çok önemlidir. Hatta, bir çok durum için rakipsiz bir güç taşıyabilir. Ama paranın birinci derecede “hareket ettirici” role sahip olmadığı çok sayıda durum olduğunu görmeyelim, yadsımayalım.

Para ile motive olmayan var mı?
Üniversitede (hemen kötü örnekleri düşünmeyin, en üstteki üniversiteleri akla getirin) çalışan bir akademisyen, daha fazla para kazanma şansı olan işlere neden heves etmez? Hayatını daha özgürce yaşadığı, yaptığı işi kendisinin belirlediği, içerik denetiminin ve hesap vermenin diğer sektörlerden (örneğin, bir finansal kurumdan) oldukça farklı olduğu, merak ettiği konuların peşinde koşma şansının daha yüksek olduğu akademik hayatı terk etmeyi, bir çok akademisyen özgürlüğünden vazgeçme olarak algılar. Bir bakıma da, öyledir. Hayatının üzerindeki tam kontrolü sağlayabilmek, en azından bunu yapabileceğine inanmak, dilediği yöne dümeni kırıp gidebileceğine inanmak, bir çok bilim adamı ya da entelektüel için başkalarına “akıllıca” gözükmeyen, “loser” hayat tarzlarını sürdürme motivasyonudur.

İşe yaradığını hissetmek, anlamlı ve yeteneklerini zorlayan işler yapmak hepimizi, ama istisnasız hepimizi keyiflendirir. Ancak, o keyif noktasına ulaşmak için bir zaman geçirmek gerekir. O “zaman geçirme”yi önemli bir beyinsel / psikolojik işlev olan bekleyebilme / bekletebilme sağlar. Bekleyebilme, bir başka deyişle, kendimizi denetleyebilme günümüzde pek makbul bir değer değil. “Ne kadar hızlı hareket edersek, ne kadar şimdiye ve kısa vadeye odaklanırsak, o kadar kazançlı” olmanın fazlaca vurgulandığı birkaç on yıl geçirdik. “Kısa vadeli mevduata uzun vadeden daha yüksek faiz” verilen bir kültürden, mecburen, sistemin doğası gereği (doğa yasası da diyebilirsiniz) çıkmaya başladığımız bugünlerde durup düşünmek için iyi fırsatlar var.

Beklemediğimizde ne olur?
Yarım bıraktığımız, yarım kalmış her durumun verdiği tatsız duyguyu savuşturmak, o duygudan uzak kalmak, gözümüzde büyüyen, bir türlü başlayamadığımız işlerden de uzak durmamızın kaynağıdır. Yarım kalmış işler moral bozar. Yorucu bir günlük egzersiz sonrasında keyif alacağımızı bilsek de, başlayamamamız, ya da yanımıza bir kader ortağı aramamız, biraz da, bu yarım kalma olasılığı yüksek, zahmetli işlerin yaratacağı zevksiz rahatsızlık duygusundan kaynaklanır. Okurlarımız arasında yabancı dil geliştirmesi gerektiğini düşünüp bir türlü gereken adımı atmayanlar, kilo vermesi için gereken her bilgiye sahip ama bir türlü uygulamayanlar az sayıda değildir. Sadece banka mensupları arasında değil, elbette; başarısız olmaktan derin bir rahatsızlık duymayı bu ülkede yaşayıp kodlarına işletmemiş olan var mı?


İş hayatına dönük sizin alanınızdan kitaplardan önerecekleriniz?
Arada kitapçıların “worst-seller” raflarına da bakmayı öneririm. En pohpohlanan, yöneticiliğin, liderliğin ve dehanın, ve hatta hayatın ve bilgeliğin anahtarlarını vermeyi vaad eden kitaplarda da “cevher”ler olabilir. Ama, kenarda köşede kalmış salaş bir lokantanın lezzetini satmayan kitaplarda bulabilir, “farklılık” yaratabilirsiniz. Amaç o, ya...J

Değer çatışması

Kafamızda pahalı ile değerli arasında net bir ayrım var mı? Değerli bir şey almak istediğimizde, karşımızdakine verdiğimiz değeri hissettirmek istediğimizde, gidip olabildiğince pahalı bir hediye seçmemizin nedeni bu ayrımı yapmakta zorlanmamız olabilir mi? En pahalı ile en değerli arasındaki yakınlık markacılığın temellerini oluşturur.
Güzel bir gelinliğe harcamaya hazır olduğumuz para pahalı kavramını kurcalatır. Gelinliğe “döktüğümüz” (bu bir erkek terimi, farkındayım) paranın miktarı, evliliğe, müstakbel eşimize, ilişkimize verdiğimiz önem ve değeri yansıtıyor olabilir.
“Değer” kavramını düz bir maliyet hesabına sığdıramadığınız bu “gelinlik durumu”, “insan bir kere düğün yapar” sözü ile bir mantıklılık kazanır. Bir kerelik olan her şeyin değeri, ekonomideki nadirlik ilkesine göre, artar. Genç kızın düşünüşü, bu biricikliği paha biçilmez kılar. Genç (ve yaşlı) erkeğin bakış açısına göre ise, bir kerelik ve bir kerecik giyilsin diye alınmış olan gelinliğin bir kereliği (bir başka deyişle, paralanana kadar yıllarca eskit eskit kullanılamayacak olması) değerini düşürür. Değer çatışması böyle başlar.